29 Ocak 2011 Cumartesi
Sonunda haftasonu oldu Evdeyim!
26 Ocak 2011 Çarşamba
Bebeklere zeka geliştirici aktiviteler ( 06-12 ay)
Spagettiyi Yakala!
- 5 - 10 dakika
- Pişmiş Spagetti Makarna çubuklarıi (parmakları ile kavrayan, finger food yiyebilen bebekler için)
- Bebeğinizi mama sandalyesine yda uygun bulduğunuz benzeri bir yere oturtun. Birkaç adet pişmiş spagettiyi bebeğinizin önüne koyun.
- Bebeğinizin spagettiyi farkedip, yakalamaya ve yemeye çalışmasına izin verin. Çoğu bebek başarana kadar bu aktiviteye devam eder. Gerekirse, kolay yakalamasına ve yemesine yardımcı olacak şekilde spagettiyi daha küçük parçalara bölün.
- Spagetti parçasının üzerini plastik bir kase ile örtün ve bunu yaparken bebğinizin bunu görmesini sağlayın ve bebeğinizi spagettiyi ve yerini keşfetmeye bırakın.
- Bebeğinizin ellerini açıp içine bir tomar spagetti tutturun.
- Bir uzun spagettiyi birkaç parçaya bölün
- Bebeğinizin ellerinin içinde spagetti varken hafifçe elini çekin ve "hadi bakalım bir tane de bana ver!" diyerek spagettiyi bir ucundan ağzınızla yakalayıp, hüüp diye ses çıkartarak yutun.
Dâhilerimizi keşfedip değerlendirmede çok geç kaldık
Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu:
"Dâhilerimizi keşfedip değerlendirmede çok geç kaldık"
"Henüz elimizde devlet destekli, bilim adamlarının sunduğu veya
sunacağı çocukları okul öncesinden başlayarak özel eğitime tabi
tutabileceğimiz bir modelimiz yok. Ve maalesef Milli Eğitim'in bir
kısım ilgilileri buna ihtiyaç olduğunu düşünmemektedirler. Bugün dâhi
çocukların; öğrenme güçlüğü çeken, zekâ engelli çocuklara verilen
imkânlar kadar imkânları yoktur."
Haliç Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu, çocuklar üzerine çok sayıda
çalışmaya imza atmış bir isim. Bu çalışmaları arasında özel eğitimle
ilgili çalışmaları ayrı bir yer tutuyor.
Prof. Dr. Kulaksızoğlu, Türkiye'nin üstün zekâlı ve üstün yetenekli
çocukların eğitiminde çok geç kaldığını söylüyor. İsrail başta olmak
üzere birçok devletin bu çocukların eğitimini devlet politikası haline
getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Kulaksızoğlu devletin bu konuda özel
politikalar geliştirmesi gerektiğini söylüyor.
Enderun geleneği olan bir milletin böyle bir hata yapmaması
gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Kulaksızoğlu, üstün zekâlı ve üstün
yetenekli çocukların eğitimi üzerine yaptığımız söyleşinin sonunda bir
de güzel haber verdi.
Hocam, klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Üstün zekâlı ve
yetenekli çocuk deyince ne anlamak gerekiyor?
Klasik zekâ kuramına göre IQ'su 130 ve üstünde olan çocuklara, bir
başka tanımda da 140 ve üstünde olan çocuklara üstün zekâlı çocuklar
diyorlar. 130'u temel alırsak yaklaşık olarak toplumun % 2'sinin
oluşturduğu bir gruptan söz ediyoruz. Zekâ ile yeteneği eş anlamlı
kullandığımızda üstün yetenekli ve zekâlı çocuklar demek yanlış olmaz.
Bir de verilenlerden hareketle orijinal, farklı bir şeyler üretebilme
yeteneğine sahip olan çocuklar var. Güzel sanatlarda, resimde,
edebiyatta, müzikte farklılıkları ortaya sergileyenler üstün yetenekli
çocuklardır. Üstün zekâları olmayabilir, 130 ve üstünde olmayabilirler
ama bu çocukların tamamı belli bir derecede zekidir. Bir araştırmaya
göre 120 zekâ bölümündeler ama üstün zekâlı çocukların tamamı çok iyi
kompozitör, çok iyi ressam, çok iyi edebiyatçı, çok iyi heykeltıraş
değillerdir. Üstün yeteneklilik nadir bulunan bir durumdur. Uygarlığın
gelişmesini borçlu olduğumuz insanlardır. Çünkü teknolojide, bilimde,
sanatta bu insanlar üretim yapıyorlar daha çok. Dolayısıyla bu
potansiyel insan gücünü iyi değerlendirmemiz, iyi eğitmemiz ve uygun
alanlarda istihdam etmemiz lazım.
Peki, Türkiye'de üstün zekâlı ve üstün yetenekli çocuklar, gerektiği
kadar değerlendirilip, eğitilip, istihdam edilebiliyor mu?
Türkiye'de maalesef bu zekâ bölümündeki çocuklar için çok az şey
yapıldı. Özel eğitim imkânlarımız çok kısıtlı. Üç yaşında okuma-yazma
öğrenmiş, dört yaşında temel matematiği öğrenmiş bu çocukları biz hâlâ
normallerle aynı okula yazdırıp normallerle aynı yaşta mezun olmasını
bekliyoruz. Bu çocuklar için ilkokul 1'de sınıf atlatma var, onun
dışında fazla bir imkânımız yok. Ama yapılması gerekir. Gelişmiş
ülkeler gelişmişliğini bunlara borçlu. Almanya bunlara borçlu, Rusya
bunlara borçlu, İsrail bu konuda çok ciddi programlar yapıyor. Bu
çocuklar için Amerika'da, İsrail'de, Rusya'da, Almanya'da çok özel
programlar var. Bizde henüz bu programlar ortada yok.
Üstün zekâlı ve üstün yetenekli çocukları keşfetme ve değerlendirmede
asıl öncelik ve sorumluluk kime ait? Devlete mi yoksa aileye mi ait?
Burada en büyük görev kime düşüyor?
Aile, çocuğunun üstün zekâlı ve üstün yetenekli özelliklerini fark
ettiğinde, "Bu çocukta bir farklılık var" dediğinde üstüne gitmeli ve
çocuğun kendini geliştirmesi için onun özel eğitim alması için ne
kadar çaba gösterebiliyorsa göstermeli.
Bu çocukların tespiti devletin ilgili kurumları tarafından
yapılabilmeli ve bunlara özel programlar uygulanmalı. Ölçümü
yapmışsınız, program yapmamışsanız, ölçüm yapmanın bir manası yok,
onun da yanlışı var. Çocuğa ölçüm yaptınız, ailesine de "Senin çocuğun
üstün yetenekli" dediniz. Sonra? Ne olacak sonra? Bu o zaman bir
etiketleme oluyor. Bunu bir asalet unvanı gibi "Benim çocuğum bilmem
kaç IQ'lu" diye dolaştırılan çocuklar biliyorum ben.
Ölçümleme yapılmalı ama ölçümlemenin sonunda özel eğitime tabi
tutulacaksa yapılmalı. Yoksa çocuğun zekâ seviyesini annenin bilmesi,
babanın bilmesi, öğretmenin bilmesi bir şey ifade etmez. Bu çocuklar
dediğim gibi çok hızlı ilerleyecek ve bilimde, sanatta en yukarılara
gelebilecek potansiyele sahip çocuklar. Onun için bunlar ele alınmalı
özellikle. Ama bizim böyle bir derdimiz olmadı şimdiye kadar.
Bizim derdimiz olmadı derken neyi kastettiniz?
Kim diyor: "Üstün yetenekleri eğitelim, Türkiye'nin dünyanın
ekonomisine gelişmesine katkıda bulunsun." Kim düşünüyor bunu?
Kimsenin böyle bir derdi yok. Bir-iki tane özel okul kuruldu. O kadar.
Yani bunun bir hükümet politikası, bir milli politika olarak ele
alınması söz konusu olmadı hiç.
Türkiye'de yüzde 2 diyoruz ama 1,5 milyon insandan bahsediyoruz. Hani
nerede bunlar? Bunların bir kısmı yerini bulmuştur muhakkak. Ama bir
kısmı da köyde, kentte, kasabada serseri mayın gibi dolaşıyor. Belki
bir kısmı okulda, bir kısmı okulun dışında. Bir kısmı da zekâsını
"şeytanlıklar"a çalıştırıyor.
Türkiye 2002'lerde 4,5 milyonluk Norveç'le aynı üretimi yapıyordu. 70
milyonla 4,5 milyon yan yanaydı ekonomik olarak. Bunun sebebi ne?
Norveçliler üstün zekâlı ve yetenekli potansiyeli daha iyi kullanıyor.
Bugün İsrail'in böyle olmasının arkasında insan gücü yoksa ne var?
İsrail'de beyin gücü kuvvetli olanlar önde. Bunları özel seçiyor
İsrail. İsrail'in çok önemli bir politikasıdır bu. Bizim
ıskaladığımızı dünya ıskalamıyor.
İsrail bunu nasıl yapıyor? Bir devlet politikası olarak mı olaya bakıyor?
Evet. Hani biliyorsunuz Kur'anî ifadedir. "Seçilmiş" olduğunu söyler,
açık yazılıdır. Onlar seçilmiş olmanın getirdiği avantajların
farkında. Zaten seçilmişler arasından da seçiyorlar. Bunu bilerek
yapıyorlar. Okulda keşfedememişlerse askere gelenleri de tekrar
ölçümden geçiriyorlar. Okul dışında kalmış olanları da keşfediyorlar.
"Aileler keşfetsin, bize getirsin" diye bir şey yok. Bu onların özel
politikaları.
Buradan yola çıkarak şunu mu söylememiz gerekiyor hocam? Üstün zekâlı
ve yetenekli çocukların keşfedilmesi ailelerin insafına bırakılamaz.
Bunun bir devlet politikası haline getirilmesi gerekiyor.
Kesinlikle. Enderun geleneğinden gelmiş bir devletin artçıları bu
hatayı yapmamalıydı. Enderun, özel seçilmişlerin eğitildiği okullar ve
zannediyorum bir döneme kadar yüzde 70 başarılı oldu. İmparatorluğu
yönetenler hep Enderun çıkışlı. Böyle bir geçmişimiz var.
Cumhuriyet'te bir-iki uygulama olmuş. Özel yasalar çıkarılmış. Üstün
yetenekli olduğu bilinen çocukları resimde, müzikte yurtdışına
göndermişiz. Bir-iki bilinen isim var. Daha sonra o da durmuş. Onun
dışında fen lisesi uygulaması var. Başka ne var? Bir-iki mevzii
değerlendirme var. Bazı okullar, onları bir sınıfta toplamış. O da çok
doğru bir uygulama değil. Çünkü "Niye benim çocuğum o sınıfta değil?"
diye anne babanın baskısı oluyor. Ankara'da bu uygulama yapıldığında
bütün devlet ricali "Benim çocuğum da oraya girsin" demeye başlamış.
Vazgeçmişler.
Kısaca henüz elimizde devlet destekli, bilim adamlarının sunduğu veya
sunacağı çocukları okul öncesinden başlayarak özel eğitime tabi
tutabileceğimiz bir modelimiz yok. Ve maalesef Milli Eğitim'in bir
kısım ilgilileri buna ihtiyaç olduğunu düşünmemekteler.
Bu çok daha vahim değil mi hocam?
Tabii. Yani bugün üstün zekâlı ve yetenekli çocukların; öğrenme
güçlüğü çeken çocuklara, zekâ engelli çocuklara verilen imkânlar kadar
imkânları yoktur. "Zaten avantajlı çocuk, neden özel eğitilsin ki"
deyip bırakıyorlar işi... İyi de o avantajını bizim kendi lehimize
kullanmamız için daha ileri götürmemiz lazım. O avantaj bizim işimize
yarayacak. Bu insanlık âlemi için büyük bir potansiyel. Bunu nasıl
ziyan edebiliriz?
Bizim gelişmiş ülkelerde olduğu gibi üstün beyin gücünü kullanmamız
lazım. Bu da özel eğitimle olur. Bu çocukları alacağız, özel
eğiteceğiz. Biz 3 yaşında okuma yazma öğrenmiş bireye "18 yaşına
gelmeden liseyi bitiremezsin" diyoruz. Olacak şey mi bu? Onun önünde
13 sene var. Niye beklesin ki bu kadar, neden beklesin? Amerika bu
çocukları 14-15 yaşında alıyor üniversiteye. Hindistan bile bunu
yapıyor. Dolayısıyla bu bir ziyandır. Bu ziyanı yapmayalım. Ama bu
işin sorumlusu da biziz yani. Geç kaldık.
Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen beni ümitlendiren ve heyecanlandıran
gelişmeler yaşanmaya başladı. Milli Eğitim ve TÜBİTAK işbirliğiyle
önümüzdeki günlerde benim de davet edildiğim 40 bilim adamının
katılımıyla bir toplantı gerçekleştirilecek. Bu toplantıda üstün
zekâlı ve yetenekli çocukların eğitimiyle ilgili neler
yapılabileceğiyle ilgili görüşler ve fikirler alınacak. Bu toplantıdan
güzel ve sevindirici gelişmeler çıkacağını ümit ediyorum.
Ahlaki değerlerle büyümeliler
Üstün zekâlı çocukların eğitiminde ailelerin en çok neye dikkat
etmeleri gerekir hocam?
Bu çocukların üstün benlik duygusunu kazanmamaları, herkese yukarıdan
bakmamalarını sağlamak lazım. Böyle olduklarında toplumla
uyuşmuyorlar, akranları tarafından dışlanıyorlar. Bu çocuklarda empati
duygusunu geliştirmeye çalışmak lazım. Ötekinin yerine kendini
koyabilme özelliği çok önemli.
Üstün yeteneklilerin belirli insanî değerlerle, ahlakî değerlerle,
moral değerlerle yüzleştirilmesi ve bunları öğrenmesi lazım. Bu
çocuklar bu değerleri daha kolay öğreniyor. Yani herkesin uymasını
beklediğimiz, dinlerin de temeli olan temel değerler olan dürüstlük,
doğruluk, iyilik, yardımseverlik, çalışma gibi temel değerleri bunlara
öğretmek lazım. Bunlar öğretilmezse, diğerkâm olmazlarsa yani
başkasının adına yaşayan insanlar olmazlarsa; hedonist, zevke, hazza
yönelik insanlar olurlarsa ya da benliklerini çok ön plana
çıkarırlarsa, belli bir ideolojinin, belli bir dünya görüşünün insanı
olarak hayatlarına devam ederler. Bu insanların liderlik özellikleri,
başkalarını etkileme özelliği var. Ve zekâlarından dolayı "gücü"
elinde bulundurabilirler, insanları yönlendirebilirler. Mesela Hitler.
Hitler, gücünü eğer insanî alanlarda kullanabilseydi çok muhtemelen
II. Dünya Savaşı'ndaki bu büyük yıkımlar olmazdı.
Keşfedilmeyeni bekleyen tehlike
Üstün zekâlı veya yetenekli olduğu keşfedilmeyen çocuk ne gibi
zorluklarla karşılaşır?
Bu çocuklar akranlarıyla aynı sınıfta olduklarında okul başarıları çok
önde olduğu için o sınıfta bulunmak istemezler. Zaten bildikleri
bilgileri tekraren dinlemek istemezler. Dolayısıyla okul başarıları
düşer, okula yönelik ilgileri azalır. Ve çok zeki oldukları halde
okuldan kopabilirler.
Bu çocuklar temel olarak erken yaşta öğrenen, çok kolay öğrenen, merak
duyguları çok yüksek çocuklardır. Bu çocuklar tatmin olmaz bir merak
duygusuna sahiptir ve çok soru sorarlar. Konuşmayı kullanmaya
başladıktan sonra yaptıkları iş soru sormaktır ve bazen aynı soruyu
defalarca sorarlar. Ebeveynin sıkıntısı burada başlıyor. Çocuklarına
yetemiyorlar. Çünkü yaşının üstünde sorular soruyorlar ve sorularının
cevaplanmasını istiyorlar. Eğer ebeveyn çocuklarının sorularına cevap
verecek yeterlilikte değilse ona soru sormayı yasaklıyor. Aslında
anne-babalar böyle yapmakla farkında olmadan çocuklarının merak
duygularını öldürerek yeteneklerini yok ediyorlar.
Bu çocukları normallerle bir arada eğitirseniz, bunun farklılığının
üstüne gitmezseniz, çocuk da "ne yapalım" der, herkes gibi aynı
sınıflarda okumaya devam eder. O çocukların hayat başarıları belki
başka alanlarda devam edecek. Ama bunların kendi baş edebilecekleri
zorlukta sorunlarla yüzleştirilmeleri için özel eğitilmeleri lazım.
Dört işlemi bilen bir çocuğa dört işlemi tekrar öğretmenin bir anlamı
yok. Daha üst seviyeli matematikle yüzleştireceksin ki ondan sonra
daha üst seviyeye çıkabilsin.
Bu çocuklar okullarda kaldıklarında zaten hiç çalışmadan dinleyici
olarak öğreniyorlar. Ve okulunda, sınıfında en iyileri oluyorlar.
Dezavantaj ne? Çalışma alışkanlıklarını kazanamıyorlar. Daha sonra
kendileri gibi olanların yani seçilmiş olanların, sınavla başarılı
olanların girdiği okula giriyorlar. Mesela fen liseleri bu çocuklar
için kurulmuştur. Çalışma alışkanlığı kazanmamış, çalışmadan sınıf
birincisi olmaya alışmış üstün zekâlı çocuk, burada ilk kez
başarısızlıkla yüzleşiyor. Kendisi gibi olanların yanında ikinci
planda kalmaya başlıyor, başarısızlığa uğruyor ve tökezlemeye
başlıyor.
Aileler ne yapsın?
Çocuğu üstün zekâlı ve yetenekli olan ailelere ne tavsiye edersiniz?
Aile her şeyden önce okusun, araştırsın. Bu çocuk için neler
yapabileceğini öğrensin. İkinci olarak öğrenme fırsatlarını sonuna
kadar açsın. Bu çocuklar zaten öğrenecekler ama aile çocukların
meraklarıyla ve sorularıyla baş edemezler. Çünkü onların bilgisinin
çok üstünde şeyler öğrenmek istiyor. O zaman ne yapacak? Temel başvuru
kaynaklarını önüne serecek, kütüphanelere üye yapacak, üstün zekâlı
çocuklarla bir arada olmasını sağlayacak ve bu çocukların beyinlerini
besleyecek. Çünkü bu çocuklarının beyinlerinin beslenmeye ihtiyaçları
var.
yiyor, iyi bir okulda okuyor, öyle böyle büyüyoruz. O da kendi
ebeveynlerimizin üstün çabalarıyla. Oysa şanssız olanların da
değerlendirebileceği olanakları olsa, bunlar sosyal bir devlet
tarafından karşılansa, herkesin doğruya, iyiye, güzele
yönlendirildiği, kötü olanın karalandığı otomatik işleyen bir düzen
olsa iyi olmaz mı?
İşte bebir çok insanın istediği bu durumu gerçekleştirmek için elimizi
taşın altına koymalıyız. Benim başlıkta da bilim çocukları
diyebileceğim. Araştıran, öğrenen, okuyan, karıştıran, kurcalayan
bireyler yetiştirmeyi. Sadece kendi çocuğumu değil tüm aç ( burada
anlamı bilgiye bilime aç) çocuklara bir alternatif sunabilmek
istiyorum.
Neler yapabiliriz, ülkemizde girişime açık konular mevcut. Bu da
onlardan biri, etrafımda bu konu ile ilgili olabilecek, tüm
ebeveynleri çağrıma cevap vermeye davet ediyorum. Bugün Tübitak'ta bir
destekten haberdar oldum. Doğa bilim kampları desteği. Bu işi yapmak
istiyorum.
Çünkü benim 11 aylık oğlumda birlikte olduğum süğre boyunca
farkettiğim en büyük özellik bu, MERAK!
Bu isteği öldürmeyelim, yeşertelim, haydi zamanı neyse ne bu yazıyı
okuduysanız, lütfen bana ulaşın!
Esra